ORHAN GAZı DöNEMı


ORHAN GAZı DöNEMı

ORHAN GAZı DöNEMı

Osman Bey`in, yigit ve bahadir oglu Orhan Gazi, Osmanli tahtina geçip oturdugu zaman, ne yaptigini ve ne yapmasi gerektigini iyi bilen bir kimse idi. Gazi, Sucau`d-dünya ve`d-din, ıhtiyaru`d-din ve Seyfu`d-din bunun gibi ünvanlara sahip olan Orhan, babasinin suurlu politikasini devrine ve yerine göre hem kiliç, hem de ideoloji sahasinda devam ettirmek kararinda idi.

Dedesi Ertugrul Gazi`nin vefat ettigi 680 (1281-1282) senesinde dünyaya gelen Orhan Bey`i, 1324 yilindan itibaren hükümdar kabul etmek olası. Tahta cülûsu esnasinda bir sehzadesi dünyaya gelen Orhan Bey`in bu ogluna, kutlu ve kutsal olmasi için “Murad” adi verilmektedir.

Tahti, kardesine öneri edip ondan feragat edebilecegini söyleyecek kadar özverili bir kimse olan Orhan`in bu teklifi, Alaeddin Ali tarafindan geri çevrilir. Zira Alaeddin Ali, tahtin kendisine daha layik oldugunu, bu sebeple onun bey, kendisinin de ona yardimci şekilde kalmasini istemisti.

çevresindeki ulema, gazi ve silah arkadaslari tarafindan oy birligi ile reislige getirilen Orhan, Sükrullah`in ifadesine göre güzel yüzlü, begenilir özlü ve herkese karsi eli açik cömert biri idi. “Savas gününde de sanki Sâm.ya da Nerimandi. Okundan kaza, kilicindan ölüm ders alirdi. Mü`mine rahmet, kâfire zahmetti.” Gerek siyaset, gerekse savasta tükenmeyen bir enerji ve ustaliga sahip bir hükümdardi. Gerçekten, babasi gibi kuvvetli ve büyük bir hükümdar oldugunu isbatlayan Orhan, tahta çikar çikmaz topraklarini genisletmek ve tebeasinin varligini çogaltmak için fetihlere basladi. Aslinda, onun askerî yeteneklerinin üstünlügünü gören babasi, daha ölümünden evvela onun kendi yerine geçmesini istemisti. bununla birlikte o, gene de tahti kardesine teklif etmekten çekinmemisti.

Osmanli Devleti`nin kurulus yillarinda zeka, cesaret, güvenirlilik ve taktikleri uygulama bakimindan fevkalade bir sahsiyet olan Orhan Bey`in özellikleri (hilye, fizikî yapi) hakkinda su bilgiler verilmekte: Bursa kalesinin fatihi Ebu`l-guzat Sultan Orhan, uzunboylu, ak benizli, ela gözlü, koç burunlu, genis gögüslü, kocaman yapili, heybetli ve vakur bir padisah idi. lakin yumusak huylu olup kimseyi incitmez, kimsenin hatirini kirmazdi. Güler yüzlü, tatli sözlü idi. Bünyesi kuvvetli, sakal ve biyigi sik olup parlakti. Sag kulaginin altinda bir ben vardi ki, bu bir güzellik alâmeti şekilde kabul ediliyordu.

Babasinin kendisine 16.000 km2 şekilde biraktigi yeni beyligin basina geçtigi süre, beyliginin yayilip gelisecegi çevrede irili ufakli bir aşırı devlet vardi. Gerçekten bu çağda Anadolu`da Karaman, Germiyan, Saruhan, Aydin, Karasi, Mentese, çandarogullari benzeri Türk beyliklerinden baska Amasra`da Cenevizliler, Trabzon`da Komnenoslar, Marmara ve Ege`de Bizanslilar, Ak Deniz adalarinda Cenevizliler ile Venedikliler bulunuyordu.

Tarihî olay ve bunlardan bahs eden kaynaklarin belirttigine göre bu yeni devletin siyasî anlayis ve hareketinde, Müslüman Türk beyliklerinden evvela, Türk ve Müslüman olmayan unsurlarin tasfiye edilme isteginin agirlik kazandigi anlasilmaktadir.

1324 Subat`indan baslayip 1362 Mart`ina kadar devam eden Orhan Bey`in idaresi, 38 yil sürmüstür. Tarihin bu süre dilimi, fetih ve idarî müesseselerin kurulup yerlestirilmesi ile geçer. Devletin, ılhanlilarin etkisinden çikarak % bagimsiz bir duruma gelmesi de yine bu hükümdar döneminde olmustur. dinamik, faal ve yürekli bir kuvvetin basinda, mahirâne bir strateji takib ederek çevresindekilerle münasebetlerini devam ettirip gelistiren Orhan Gazi, ileride de görülecegi bunun gibi bu iliskilerinde hasimlarina karsi dahi âlisan davranan, onlarin kisiliklerini rencide etmeyen ve kisilik haklarina riayet eden bir davranis içinde olmustur.

ORHAN GAZı DONEMı FETıHLERı

Babasinin, kendisine biraktigi vatan topragini dinamik ve faal kadrosu ile kisa sürede birkaç katina çikaran Orhan Bey, fetih hareketlerine daha babasi hayatta iken baslamisti. 1320 yilindan itibaren faal siyasî hayattan çekildigi anlasilan Osman Bey`in yerini, oglu Orhan`in aldigi görülmekte.

BURSA`NıN FETHı

Osmanli Devleti`nin ilk baskentlerinden biri olmasi hasebiyle Bursa, devletin, idarî, siyasî, dinî, ilmî, kültürel, sosyal ve ekonomik hayatinda mühim derecede rol oynayan bir merkezdi. çok aşırı daha sonralari istikbal olan Keçecizâde Fuad Pasa`nin “Bursa Osmanlinin dibacesidir” sözü, Bursa`nin Osmanli tarihinde oynadigi role isaret etmektedir.

Kurulusu, milattan önceki yillara dayanan Bursa, daha sonra Romalilarin eline geçer. Roma`nin Dogu ve Bati olmak üzere ikiye bölünmesinden sonra etrafı ile birlikte Dogu Roma ımparatorlugunun (Bizansin) idaresinde kalmistir.

Osmanli Devleti`nin kurucusu olan Osman Bey`in siyasi faaliyetlerinden bahsedilirken isaret edildigi bu gibi Osman Bey, Bursa`yi kusatma altina almis fakat fethine muvaffak olamamisti. ayrıca Bursa`ya Bizans`tan ati yardima mani olmak için, sehrin yakinlarina iki kale yaptirmis, bunlardan birine Ak Timur`u, digerine de Balabancik`i muhafiz olarak tayin etmisti. Böylece Osman Bey, Bursa`ya disardan gelebilecek yardim yollarini denetim altina almis oluyordu. Bu sebeple 1315 yilindan iti. baren Bursa, Osmanlilar tarafindan çevresinde insa edilen kaleler vasitasiyle bir m.�nâda muhasara altina alinmis oluyordu.

Orhan Bey, 1326 yilinda büyük bir kuvvetle Bursa üzerine yürür.

Âsikpasazâde ve Nesrî benzeri kaynaklar, Osman Gazi`nin, Bursa`nin fethinden öncelikle oglu Orhan`a:

“Ogul, sen önce Adranps (Orhaneli)`a git ki, o kâfirin babasi Dinboz gazasinda benim Bay Koca`min düsmesine sebep oldu.” diyerek onu Gazi Mihal (Köse Mihal), Turgut Alp, Seyh Mahmud ve Edebali`nin kardesi oglu Ahi Hasan`la gönderdi. Orhan Bey, bu tecrübeli komutanlarla görüserek Bursa`nin güneyinde ve bir bakima Bursa`nin anahtari mecburiyetinde olan Adranos kalesini alip yiktirir. Orhan Bey`in gelisinden önce kaleyi bosaltip Elete dagina çikmis olan kamu ve kale beyi, Orhan`a itaatini bildirirler. Bunun üzerine tekrar yerlerine iade edilen halka karsi Orhan Bey, insaf ölçülerini asmayacak derecede acıma ve hosgörülü bir sekilde davranir.

Bundan sonra Bursa önlerine gelen Orhan Gazi, Pinarbasi mevkiinde karargahini kurup kaleyi kusatir. Bizans`şafak beklenen yardimin gelmeyecegini anlayan ve kaleyi kurtarmaktan da ümidini kesen kale beyi, Gazi Mihal Bey vasitasiyle ve bazi sartlarla Bursa`yi teslim edecegini bildirdiginden 2 Cemayizelevvel 727 (6 nisan 1326) tarihinde Bursa Osmanlilara teslim edilir. Kale muhafizi olan Evrenos da Müslüman şekilde Osmanlilarin hizmetine girer. Orhan Bey, burayi aldiktan sonra babasinin na`sini buraya getirterek sonradan Gümüslü Künbed diye meshur olan yere defn ettirir.

Gerek strateji, gerekse psikolojik bakimdan Osmanlilar için büyük bir m.�nâ ve ehemmiyet anlatım eden Bursa`nin fethini küçük bir olay olarak göstermeye çalisan Gibbons, bunu bilhassa ıstanbul`daki iç çekismelere ve halkin maddî sikinti içinde bulunmasina baglar. Bu arada Bursa`nin fethinden sonra Evrenos Bey`in müslüman oldugunu, oldukça çok kimsenin de ona uyarak yeni fatihlerin (Osmanlilarin) dinini kabul ettigini de belirtir. Böylece kurulus dönemindeki Osmanli Beyligi`nin gücünü ve çevrelerindeki insanlar üstünde meydana getirdikleri müspet havaya da isaret eder.

Bursa`nin fethinden sonra, Orhan Gazi için ele geçirilmesi gereken hedef artik ıznik olmustur. Marmara havzasinda bir sanayi sehri olan ıznik, o zamanlarda Bursa`dan daha önemli bir sehir olma özelligine sahipti. Burasi Bizans`in, Anadolu`daki en büyük sehirlerinden biri olmakla kalmiyor, ayni zamanda hiristiyanlik için dinî bir merkez olma hüviyetini de tasiyordu. Nitekim miladî takvimin 325. senesinde Büyük Kostantin tarafindan günümüz hiristiyanliginin akidelerinin tesbitinde rol oynayan en ciddi konsil burada toplanmisti. 1074 yilindan Birinci Haçli Seferi (1097) ne kadar Anadolu Selçuklu Devleti`ne baskentlik eden ıznik, belirtilen tarihten itibaren Bizanslilarin elinde idi. Hatta 1204 yilindan 1261 yilina kadar da Bizans ımparatorlugu`nun merkezi olmustu. Bundan baska ıznik, Kocaeli yarimadasi bakimindan stratejik önemi haiz olan mühim bir sehirdir.

Bursa`nin zaptindan sonra Osmanli Beyligi`nin merkezi buraya nakl edilmistir. Yeni hükümdar burayi yeni binalarla süslemisti. ınsa edilen dinî ve sosyal eserlerle sehir, Müslüman Türk sehri olma hüviyetini kazanip yeni bir çehreye büründü. Orhan Bey, daha isin basinda eski kiliseleri mescid ve medreselere çevirdi. Bursa`da fukara ve yoksullari doyurmak için imâret yaptirip onlara vakiflar tahsis eyledi. Buradaki bilgin ve hafizlara da maas bagladi.

PELEKANON MUHAREBESı VE ıZNıK`ıN FETHı

Gerek Osmanli, gerekse Yakin Sark tarihsel bakimindan mühim bir hadise olan Pelekanon muharebesi, Vı. Mirmiroglu`nun isaret ettigi bunun gibi Osmanli tarihçileri tarafindan üstünde fazla durulmayan veya kendisinden yeterince bahsedilmeyen bir muharebedir. O, bu konu ile ilgili söyle demektedir:

“Osman Bey, Vatheos (Koyun Hisari) civarinda 27 Temmuz 1302 tarihinde Bizans askerlerini maglub ederek emâretini (beyligini) etrafa tanitmis oldugu bunun gibi, oglu Orhan Bey dahi Bizans askerlerini maglub ederek Pelekanon muharebesini kazanmis ve bu sayede Britinya`nin en güzel yerlerini ve en büyük sehirlerini zapta muvaffak olmustur. Bu sebepten nasi Pelekanon muharebesi Yakin Sark (Yakin Dogu) tarihi için ciddi bir merhale teskil etmektedir.

“ıstanbul`un fethinden 124 yil önce vaki olan bu muharebede Osmanli askerleri, Bizans askerlerini payitahtlarinin yakinlarinda* maglub ve perisan, imparatorlarini yaralayip kaçmaya mecbur ettiklerinden dolayi, Osmanlilar Anadolu`daki Türkmen beylikleri arasinda mümtaz bir mevki almis olduklari durumda maalesef Osmanli tarihçileri bu savaş için ya bir sey yazmiyorlar yada pek az malumat veriyorlar.”

Daha öncelikle de ilişki edildigi bunun gibi Orhan Bey, Bursa`nin fethinden sonra tüm dikkatlerini ıznik üzerinde toplamisti. ıznik`in Osmanlilar tarafindan ele geçmesi, Bizans`in Marmara havzasindaki en kuvvetli dayanaklarindan birini kayb etmesi demekti. Gerçekten de Türklerin, Kocaeli yarimadasindaki kaleleri alarak yavas yavas Bogaza dogru ilerlemeleri, Bizans ımparatorlugunu telasa düsürüyordu. Hem zapt edilen kaleleri arka almak, hem de uzun zamandan beri muhasara altinda bulunan ıznik`i kurtarmak için bizans ımparatoru ııı. Andronikos (1328-1341) gizlice hazirliklara baslar.

Andronikos, planini uygulamaya, Karasi emiri ve Bulgarlarla bir baris antlasmasi yaparak baslar. Ayni maksatla Kizikos (Kapidagi Yarimadasi)`a geçer. Süphe uyandirmamak için de Artaki (Erdek)`te bulunan Hz. Meryem`in mukaddes ıkonunu (tasvirini) ziyareti bir vesile şekilde gösteriyordu. bütün bunlar, Orhan Bey`i hazirliksiz olarak yakalamak içindi. Erdek`ten Biga`ya gelen ımparator, burada Karasi Beyi Demir Han ile bir saldirmazlik antlasmasi imzalar. Daha evvela de benzer bir muahedeyi Bulgar krali ııı. Mihal ile yapmisti. Bu sekilde siyasî bir basari kazanmis görünen ımparator, Osmanlilara karsi sefere hazirlandi. Bu sebeple 1329 senesinin Mayis ayinda olası oldugu kadar sür`atle Trakya`dan iki bin civarinda asker getirtip ıstanbul ve çevresinde bulunan mevcut askerlere tren. Bu askerlerle Anadolu yakasinda bulunan üsküdar`a geçer. Bunu haber saha Orhan Bey, ıznik muhasarasinda bir tutar asker birakarak sekiz bin kisilik ordusunun basinda Pelekanon** denen mevkide ımparatorun komutasindaki Bizans ordusu ile meydan muharebesine girisir. Böylece, Osmanli tarihinin ilk ciddi meydan savasi baslamis oldu. Gün boyu çare eden muharebe, aksama kadar sürmüstü. Gece muharebeye devamin tehlikeli oldugunu gören ımparator, ordugahina döner. Bu sirada vaziyeti ayrım eden Orhan Bey, firsati kaçirmayarak siddetli bir taarruza geçer. Bu birden taarruz, Bizans ordusunda büyük bir panik havasinin yasanmasina neden olur. Yaralanan ımparator, deniz yolu ile zorlukla ıstanbul`a ulasir. Bu muharebede Orhan`in kardesi Pazarlu Bey de komutan olarak bulunmustu.

Orhan Bey, Pelekanon zaferinden sonra tekrar ıznik üzerine döner. Artik Bizans`tan herhangi bir yardim imkâninin olamayacagini anlayan ıznik Rum Beyi, bazi sartlarla teslim olur. Bursa`nin zaptindan sonra halka gösterilen yumusaklik ve müsamaha ile teslim sartlarina riayet edilmis olmasi, ıznik`in tesliminde de gösterildi. Sehir ve kaleyi teslim piyasa Orhan Bey, halktan, isteyenlerin esyasi ile birlikte gitmesine müsaade etti. Hatta bu müsamahakârlik ve müsamahada o kadar ileri gitti ki, ıznik halkindan isteyenlerin kendi tebeasi olma ve sadece cizye vermek sartiyle kendi örf, âdet ve geleneklerini muhafaza edebileceklerini ilân etti. Bunun üzerine halkin büyük bir kismi ıznik`te kalmaya karar verdi. ama Rum Beyi, deniz yolu ile ıstanbul`a gitti. ıznik, Orhan Bey`e kapilarini açtiktan sonra çevresindeki bazi yerler de alinmisi. ıznik, bölge sebebi ile harb sahasina yakin olmasindan dolayi geçici bir müddet için beylik merkezi haline getirildi.

ıznik kusatmasi esnasinda kalede bulunan Rum muhafizlari ile halktan gerek muharebede, gerekse açlik, hastalik, vs. bu gibi sebepler yüzünden ölen erkeklerin dul kalmis olan kadinlari, ıznik`te bulunan Orhan Bey`e basvurarak kendilerine bakacak kimselerinin bulunmadigini söylemislerdi. Bunun üzerine Orhan Bey, askerlerden istek edenlerin bu kadinlari nikahla alabileceklerini ve bunlarla evlenenlerin ıznik muhafazasinda birakilacaklarini açikladi. Böylece, kimsesiz kalan kadinlarin evlenmesini saglayarak bu sosyal problemi de ortadan kaldirmisti.

ıznik`in 1330 yilinda feth edilmesi, Avrupa`da büyük bir olay şekilde yankilandi. Bu fetih, Bizans için de büyük bir ümitsizlik sebebi oldu. Hele buradaki Ayasofya Kilisesinin camie çevrildigi haberi, büsbütün bir teessüre sebep olmustu.

Biraz sonra münasebet edilecegi bu gibi Orhan Gazi, ıznik`i feth ettikten sonra orada pek çok yapıt meydana getirmiştir. Halka karsi büyük bir sefkat ve acıma örnegi gösteren Orhan Bey, halktan isteyenlerin bütün esyasi ile birlikte sehri terk edebilecegini söylemisti. ama kamu, Orhan Gazi`nin idare ve adaletine meftun olmustu. Bu sebepten çok az kimse sehri terk etti. Hammer bu olayi su ifadelerle nakl eder:

“ıznik muhafizlarinin pek azi bu serbestiden istifade ederek tekfurla beraber gittiler. ıdarecilerin haksizligindan dolayi m.`yus olmus ve Hiristiyan imparatordan ziyade Orhan`in müsamahasindan ümitvar olmus olan digerleri, sehir halki ile beraber galibi (Orhan Gazi`yi) karsilamaya çiktilar. Padisah, Yenisehir kapisindan sehrin güneyine girdi. Orhan`in buradaki davranisi, yüce gönüllü ve zafer haklarini akilli bir politika ugruna gözden çikarmasini bilen bir hükümdarin hareketi oldu. Böylece hesaplari da bekledigi sonucu verdi”.

Göründügü kadari ile Orhan Bey`in devinim ve bu harekete cihet veren anlayisi, onun böyle bir politika uygulamasina sebep olmustu. Nitekim, Orhan Gazi`nin, kocalari ölen veya kimsesiz kalan dul kadinlari gazilerle ser`î nikah üzere evlendirmesi bu anlayisin bir sonucudur. Osmanli tarihleri de devrin anlayis ve dili ile bu hadiseyi asagidaki ifadelerle nakl ederler:

“Sonra güzel yüzlü kadinlar geldiler. Orhan: “Bu kadinlar nedir?” diye sorunca kendisine:

“Sultanim, bunlarin erlerinin kimisi açliktan, kimisi de savasta kirilmistir. Yüksek evlerde de bos kalmislardir.” dediler. Bunun üzerine Orhan, gazilere bunlari ser`î nikahla almalarini buyurdu. Gaziler, bunun üzerine bu kadinlarla evlendiler. Hazir ev, hazir avrat buldular, geçip saray bu gibi evlerde oturuverdiler.

Görüldügü benzeri kadinlarin ser`î nikahla alinmasi, onlara normal bir vatandas muamelesinin yapilmasi demekti. Böylece Orhan, onlari esir veya cariye durumuna düsürmekten kurtarmis oluyordu. oysa galib olan Orhan ve Osmanli idaresi, onlara karsi istedigi sekilde muamele yapmakta serbest idi. Bu sekildeki bir hareketine de mani olabilecek bir kuvvet mevcut degildi. Hammer ise Orhan Gazi`nin tam olarak insanî olan ve hatta yirmi birinci asra girmek üzere oldugumuz su bu günlerde dahi uygulanamayan bu insanî muameleye kendi açisindan farkli bir sekilde bakmaktadir. Ona göre Orhan, ıznik`in kendiliginden teslim olmasindan dolayi bol ganimetlerden yoksun kalan silah arkadaslarina mükâfati unutmamistir. Söz gelimi, uzun bir kusatmanin, alisilmis sayilabilecek veba ve kitligin tesiri ile baba ve anneden, kocalarindan yoksun kalan ve yari yikik saraylarinda oturan Rum kadin ve kizlarini onlara bölüstürdü. Böylece, ordusunun subaylarina bu yapilarin mirasçilari ile evlenmelerine izin vermekle bu ihtisamli konutlarin yine senlenmelerine yol açilmis oldu.

Kaynaklarin verdigi bilgilerden anlasildigi kadari ile Orhan Gazi, ıznik`i feth ettikten sonra derhal sehre bir Müslüman Türk hüviyeti kazandirmak için faaliyetlere girisir. Bu sebeple büyük bir kiliseyi Cuma mescidi biçimine getirir. Orhan, umuma ait binalari kitâbe ve güzel sözlerle bezeyip süsleyen, böylece Dogu`nun eski bir gelenegine uyan ilk Osmanli padisahidir. Onun, sultanlik günlerinden baslayarak tüm camiler, medreseler, hastahaneler, çesmeler, mezarlar ve köprüler Osmanli ülkesinin derhal her târafinda yaptiranlarin (bânilerinin) adlarini ve yapilis tarihlerini seyyahlara göstermektedirler. Bu âbide (anit)ler üzerinde çogu zaman Kur`an`dan alinmis tasvir, tesbih ve benzetme bulunan âyetler okunur. Orhan Gazi, ıznik`te bir manastiri da medreseye (yüksek mektep = fakülte) çevirdi. Medresenin müderrisligini (profesör) Davud Kayserî denilen birine verdi. Konya`da Mevlânâ Siraceddin Konevî`nin ögrencisi olan Taceddin el-Kürdî, bu medresede, Davud Kayserî`ye halef olmustu. Taceddin`in ölümünden sonra da Alaeddin Esved, daha aşırı yaygin olan adi ile Kara Hoca o göreve atanmistir.

Orhan Gazi`nin ıznik`te bulunan ve bazi kaynaklarda bir manastirdan çevrilmis oldugu belirtilen medresesinin, kilise yahut manastirdan degil, bizzat kendisi tarafindan insa ettirildigi Mecdî benzeri bazi kaynaklarda belirtilmektedir. Mecdî, Seyh Davud Kayserî`nin biyografisinden bahs ederken “Orhan Han Gazi Hazretleri, ıznik nâm.kasabada bir medrese-i ulya peyda edüp seyh hazretlerine tayin eyledi” diyerek Osmanli Devleti`nin bu ilk medresesinin bizzat Orhan Gazi tarafindan yaptirildigini anlatir. Ayrica Osmanli dönemi ilk medreseleri üzerinde arastirma oluşturan Mustafa Bilge de Orhan Gazi vakfiyesinden yola çikarak ayni kanaatte oldugunu söyle anlatım eder:

“Bu medresenin, Nesrî ve diger bazi kaynaklarda belirtildigi sekilde ıznik`te bulunan manastir veya kiliselerden çevrilmis olmayip insa edilmis oldugunu belirten en kuvvetli delil, elimizde bulunan vakfiyedir. Orhan Gazi, ıznik`teki medresesini yaptiktan sonra tanzim ettigi ve Molla Hüsrev tarafindan 841 H./1437 M. `de tescil edilen vakfiye suretinde, medresenin yapı edildigi ve Hayreddin Pasa Camii`nin yaninda oldugu açikça belirtilmektedir.” Sultan Orhan, bu medreseye sahibi bulundugu Kozluca köyünün gelirlerini sahih ve seriata uygun bir sekilde vakf etmistir. Gerçekten çok aşırı daha sonraki tarihlere (1136=1724) ait bir arz belgesi, ıznik`e bagli Kozluca köyünün Orhan Gazi medresesine vakf edildigini göstermektedir.

ıznik, Türklerin eline geçtikten sonra, Orhan Bey buradaki yerli halktan isteyenlerin mallari ile beraber sehri terk etmelerine müsaade etti. Gitmeyenlerin ise Osmanli tebeasindan olmak ve yalnızca vergi (cizye) vermek sartiyle din, gelenek ve göreneklerini muhafaza edebileceklerini bildirdi. Burayi bir müddet kendisine merkez yaparak ıznik`in bir Müslüman Türk sehri olmasina çaba etti. Bunun için orada cami, imâret ve medrese bu gibi dinî, sosyal ve kültürel müesseselerin temel noktasını atti. Ayrica zevcesi Nilüfer Hatun tarafindan bir imâret, oglu Süleyman Pasa tarafindan da bir medrese insa edildi. Bundan baska diger hayir sahiplerinin yaptirdiklari tesislerle kisa bir müddet sonra ıznik, istenilen Müslüman-Türk sehri hüviyetini kazandi.

Kaynaklar, Orhan Gazi`nin buradaki faaliyetlerinden bahs ederken onun bir hükümdar bu gibi degil, herhangi bir vatandas bu gibi davrandigini belirtirler. Nitekim onun yaptigi imârette pisirilen yemekleri bizzat kendisinin dagitmis olmasi, aksam olunca kandillerini bizzat kendi eli ile yakmis olmasi bunu göstermektedir.

Orhan Gazi, ıznik ve bilahere ızmit`in fethinden sonra idarî bir sistem kurarak memleketi buna göre idarî bölgelere ayirdi. Buna göre ızmit, oglu Süleyman Pasa`ya verilmis, onu Yenice, Göynük ve Mudurnu`ya havale etmisti. Bursa`yi da oglu Murad Han Gazi`ye vererek adini “Bey Sancagi” koymustu. Karacahisari amcasinin oglu Gündüz`e verdi. Kendisi de tüm bunlarin üstünde memleketi idare ediyordu.

ıZMıT`ıN FETHı

Bir ticaret merkezi mecburiyetinde bulunan ızmit, ıznik`in fethinden derhal sonra Osmanlilar tarafindan alinmak istenmis ve hatta bir fasıla elde edilmis ise de sonradan gene Rumlara verilmisti. Osmanli kuvvetleri ıznik`in fethinden bir sene yani 1331 Haziran`indan sonra sehri kusatmislarsa da Bizans ımparatoru Uı. Andronikos`un yardima gelmesi üzerine Orhan Bey, ımparatoria anlasarak kusatmayi kaldirmisti. Orhan Bey, bu kusatmadan alti yıl sonra (1337) sehri siddetli bir sekilde yine kusatti. Bu kusatma üzerine disardan yardim alamayan sehir, teslim olmak durumunda kaldi. Kale muhafazasinda bulunan Paleologos hanedanina mensup Marika, mallarini alarak bir gemi ile ıstanbul`a gitti. ızmit`in fethi ile Kocaeli Yarimadasinin tamami Osmanlilarin eline geçmis oluyordu. Orhan Gazi, ızmit ve havalisinin idaresini oglu Süleyman Pasa`ya verdi. Süleyman Pasa`nin halka karsi din ve milliyet farki gözetmeden âdil bir sekilde davranmasi, ve çevrelerinin tamamen Osmanlilar ile kusatilmis olmasindan dolayi civarda bulunan bir aşırı kale (Tarakli Yenicesi, Göynük, Mudurnu) de birer teslim oldular. Ayni sekilde ızmit Körfezindeki Gemlik, Armutlu gibi mevkiler de Kara Timurtas Bey vâsitasiyle Orhan Bey kuvvetlerinin eline geçmisti.

KARESı BEYLıGı`NıN ıLHAKı

1340 yilina kadar Bizans topraklarinda fetih hareketlerine girisip sinirlarini genisleten Osmanli Devleti, fethedilen yerlere dogudan gelen Türkleri yerlestiriyordu. bununla birlikte Bizans topraklarinda genislemekte olan bir Türk devleti için bu yeter degildi. nedeniyse Anadolu`da bulunan diger beyliklerin sinirlari, Osmanlilarin dogrudan dogruya bütün Bizansi çevirmesine imkân vermiyordu. Bu sebeple Karesi Beyligi topraklarinin alinmasi gerekiyordu. Bu, Bizanslilara karsi kazanilan zaferlerden daha önemliydi. Zira bu sayede Osmanlilar, çanakkale`ye kadar gelerek, bogazin cenup kiyilarini ellerinde bulunduracaklardi. Bu da ilk firsatta Avrupa`ya geçme imkânini saglayacakti. Böylece Orhan Gazi, Bizans`in taht kavgalarindan istifade edecek ve hatta topraklarina akinlar düzenleyip isgal edebilecekti. Gerçekten de batiya dogru açilip genisleyebilmek için yalnızca ıstanbul Bogazina yaklasmak kâfi degildi. Ayni sekilde çanakkale Bogazi`na da yaklasmak gerekiyordu. Zira sırf bir taraftan tutulan Marmara ile stratejik kuvvet biçimine gelmek imkansizdi. Bu küçük iç deniz (Marmara) iki taraftan kiskaç içine alinmaliydi. ancak bu sayede batiya geçilebilirdi. O çağda batida Karesi ogullan vardi. lakin bunlar, çanakkale Bogazi`nin Asya yakasini elinde bulundurmanin stratejik nimetini takdir edebilecek deha ve imkâna sahip degillerdi. Bu arada Bizans da bütünüyle cenup Marmara`dan çekilmis degildi. Osmanlilar ile Karesiler arasinda Bizans`a ait bazi topraklar vardi. Osmanlilar, 741 (1342) tarihinde Ulubat, Mihaliç ve Kirmasti bunun gibi bölgeleri Bizans`şafak alip feth etmek şekli ile, merkezi Balikesir`de bulunan Karesiogullari Beyligi ile ayni hududlari paylasir oldular.

Bu siralarda Karesi Beyligi`nde çikan bir hadise, Orhan Bey`e Türklerle meskûn bulunan bu topraklarin zaptinda ilk firsati verdi. O zamana kadar Osmanlilar, yalnızca Bizans`la savaş etmis ve yurtlarını özellikle Bizans ımparatorlarindan aldiklari yerlerle genisletmislerdi. Ne Osman ne de oglu Orhan, Küçük Asya`da bulunan diger beylere karsi hasmane bir tesebbüste bulunmamislardi.

Osmanli kaynaklarina göre Karesi Beyi`nin ölümünden sonra yerine oglu Demirhan geçmisti. ama kardesi Dursun Bey, buna muhalefet ederek veya biraderi tarafindan öldürülmekten korkarak Osmanlilara iltica etmisti. Beyligin basina geçen Demirhan`in fena ve kötü hareketlerinden dolayi Karesi ileri gelenleri (ümera), Haci ılbeyi vasitasiyle Orhan Bey`in sarayinda bulunan Dursun Bey`i hükümdar olmak için tesvik ederler. O da Osmanli hükümdari Orhan Gazi`ye Balikesir, Aydincik ve Bergama`yi verme teklifinde bulunur. Kendisi de Truva mintikasindaki Kizilca Tuzla ile Bayramiç bu gibi yerlerde hükümdarligini sürdürecekti. Bu teklif ile Orhan Bey`i tahrik ve tesvik eden Dursun Bey, büyük bir ihtimalle 1345 yilinda meydana gelen Karesi seferine Orhan Bey`le beraber istirak eder. Balikesir üzerine yürüyen Orhan`in gelisini haber saha Demirhan, Bergama kalesine siginir. Bu arada Balikesir ümerasi basta Haci ılbeyi oldugu halde Evrenos, Ece Halil ve Gazi Fazil Bey`ler, Orhan Bey`i karsilarlar. Orhan Gazi, iki kardesi baristirmak için Dursun Bey`i Haci ılbeyi ile birlikte Bergama kalesine gönderir. Bunlar kale önüne gelip görüsmek isterler. fakat kaleden atilan bir okla Dursun Bey maktul düser. Bundan çok fazla müteessir olan Orhan Gazi, Bergama`ya gelip kaleyi muhasara eder. Halkin israrina dayanamayan Karesi Bey`i kaleden çikip Orhan Gazi`ye teslim olmak durumunda kalir. Bundan sonra Bursa`ya getirilen Demirhan gelisinden iki sene sonra Yumrucak (taun, veba) hastaligindan vefat eder.

Böylece Karesi Beyligi`ne ait olan Balikesir, Manyas, Kapidagi ve Edincik bunun gibi sehirler Osmanli topragina ilhak olunur. Karesi Beyligi`nden birçok sahil bölgesinin Osmanlilara geçmesi ile Rumeli`ye geçis kolaylasir. Bu ilhakin Orhan Bey bakimindan mühim bir yönü de bu beylige tabi degerli komutan ve emirlerin Osmanli hizmetine girmis olmalaridir. Biraz öncelikle isimlerinden bahs edilen ve çanakkale bogazi ile çevresini çok iyi taniyan bu degerli komutanlar sayesinde Rumeli fetihleri kolaylasmisti. Zira bunlar denizciligi de iyi biliyorlardi. Osmanlilar, Haci ılbeyi, Ece Halil, Gazi Fazil Bey ve Evrenos Bey benzeri askerî ve idarî bakimindan yönetici olacak durumdaki bu insanlardan istifade edip bilgilerinden yararlanmislardir.

Karesi Beyligi`nin ilhakindan sonra uzun bir müddet önemli sayilabilecek bir fetih hareketine girisilmedigi anlasilmaktadir. Hammer bu sessizligin sebebi ve bu konudaki yanlis degerlendirmeler hakkinda asagidaki ifadelerle bir gerçege parmak basarak söyle der:

“Karesi`nin fethinden sonra yirmi yıl zarfinda Osmanli ülkesi yeni ve önemli bir fetih ile genislemedi. bununla beraber tarihçilerin buradaki derin sessizlikleri, Bizanslilarin zannettigi benzeri devamli kayiplarin ve bozgunluklarin bir soncu degildir. aksine, bu dinlenme çaginda, Alaeddin (ulemadan)`in akillica görüsleri ile kurulan yeni ordunun tam ve disiplinli bir düzene sokulmasi, içerde güvenlik durumunun sarsilmaz sekilde saglanmasi bu gibi isleri gelistirdi. Bu ifadelerin gerçek sahidi ise Karesi bölgesinin fethinden sonra insasina baslanan câmi, medrese, imâret ve kervansaray bu gibi büyük binalardir. Nitekim, Orhan`in dindarligi nedeni ile meydana gelen bu müesseseler, (bes yıl öncelikle ilk medrese ve imâretin tesis olundugu) ıznik`teki müesseselerle kisa sürede rekabet edip boy ölçüsebilecek bir duruma geldiler.”

îleride daha genis bir sekilde ele alinacagi bunun gibi Osmanli Devleti`nin ilk teskilâti, Orhan Gazi zamaninda kurulmustu. Bursa ve ıznik`in zapt edilmesi, Osmanli Beyligi`nin ilk devir tarihinde mühim hâdiseler olarak mütalaa edilebilmekte. Orhan Gazi Beyligi`nin hududlari, artik devamli şekilde genisliyordu. Yeni müesseseler ile saglam temellerin atilmasi bu siyasî varliga ve birlige bir hayatiyet saglayacakti. Zira bu beylik, yavas yavas eski asiret usûl ve kaidelerinden ayrilmak mecburiyetinde idi. ancak bu sayede uygar bir devlet olma özelligini kazanabilirdi. Bu sebeple devlet, idarî sahada hak, askerî sahada da yeni bir sistem ve teskilât meydana getirmek ihtiyacini hissetmeye basladi. Bu konularda ulema sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa kadisi Cendereli (çandarli) Kara Halil faaliyetlerde bulundular.

Osmanli Devleti`nin mucizeli bir sür`atle yükselis ve inkisafini bir yandan tarihî halet ve gerçeklerde, bir yandan da ıslâmt.� prensiplerin adalet, insaf ve dinamizmine gösterilen sadakat ve saygida aramak icab eder.

Onun için de, devletin kurulus ve yükselis hadisesini fikirden aksiyona çeviren ve kuvvetler birligini vücuda getiren faaliyetin sirrini, bu faaliyete istirak eden din, bilim, hukuk ve yönetim otoritelerinin kollektif idealizmi ile açıklama, isabetli bir inanis olsa gerekir.

Orhan Gazi, Mevlânâ Sinan, Dursun Fakih, Davud Kayserî ve Taceddin Kürdî bunun gibi büyük âlimler; Akça Koca, Konur Alp, Abdurrahman Gazi benzeri seçme yigitler; Taptuk Emre, Gülsehrî gibi mutasavvif sairler; Abdal Musa, Abdal Murad, Doglu Baba, Geyikli Baba, Ahi Evren, Ahi Semseddin benzeri ululara, çevresinde yer vermekle gerek devleti, gerek hükümdarlik makamini bir idealist üreticiler zümresine dayamis oluyordu.

Gerçekten, seneler süren ve Osmanlilari bir hayli yoran cenklerden sonra orduyu, idareyi ve cemiyeti mayalayip yoguran manevî temsilcilerin fetih tarihindeki hikâyeleri, Asikpasazâde, Nesrî ve ıbn Kemâl benzeri kaynaklarda anlatilir. Biz bu ulularin hizmet ve hikâyelerine örnek olmasi bakimindan Asikpasazâde tarihindeki bir rivayeti nakl etmekle yetinmek istiyoruz. olay, Âsikpasazâde`nin dilinden söyle ifade edilir:

“Hele simdi görelim Orhan Gazi Bursa`da neyler: Devletle geldi imâret yapti. Vilâyetin dervislerini teftis eylemeye basladi. ınegöl yöresinde Kesis Dagi (Uludag)`nin arasinda bir nice dervis gelmisti. Anda makam tutmuslardi. Bu dervislerden biri ayrilir varir dagda geyiciklerle yürür ve ol Turgud Alp âni sever. Orhan Gazi`ye adam gönderdi kim benim köylerim yaninda bir dervis daim ânin yanina gelir. Âninla musahabet eder. Turgut Alp pir olmustu (yaslanmisti). Geldi mukim oldu. Hayli kutsal dervistir dedi. Orhan Gazi eydür: Aceb kimin mürididir? Eydür: sıkıntı kendinden der. Geldiler sordular. Eydür: “Baba ılyas müridiyim” der. “Seyyid Ebu`l-Vefa tarikatindanim” dedi. Emr etti kim getirin dedi. Geldiler davet ettiler, gelmedi. Dervis bile haber gönderdi kim sakin gelmesin. Orhan Gazi`ye haber verdiler. Orhan Gazi yine haber gönderdi kim niçin gelmez. ve ya beni niçin komaz anda varmaya. Cevab verdi kim dervisler göz ehli olur. Gözetirler bile vaktinde varirlar kim dualari makbul olur.

Bir nice günden sonra bir kavak agacini omuzuna kodu. Dogru Bursa`nin hisarina geldi, padisahin hisarina (sarayina) girdi. Gördüler, Han`a haber verdiler. Ol dervis geldi bir agaç dahi getirmiştir, kapida dikiyor. Orhan Gazi çikti gördü tamam dikmis. bile sormadin, Han`a eydür teberrükümüz yoğun şekilde dervislerin duasi makbuldur dedi. Hemandem dua etti, durmadi geri mekânina vardi.

Kavak agaci simdi bile vardir (Asikpasazâde zamani). Orhan Gazi dahi dervisin mekanina vardi. (Ey) Dervis bu ınegöl nevahisi senin olsun dedi. Dervis eydür: Mülk ve mal Hakk (Allah)`indir, ehline verir biz ânin ehli degiliz, der. Sordular: Ehli kimdir? Ayudtu: adalet Teâlâ dünya mülkünü sizin gibi Hanlara ismarladi. Kullari birbirleri ile mesalihin görsün deyü. Orhan Gazi eydür: Dervis! Nola benden su sözü kabul etsen. Dervis eydür:

Sol karsiki tepecikten bericigi dervislerin havlicigi olsun dedi. Orhan Gazi dahi bu sözü dua aldi gene mekânina gitti.”

Kendisiyle görüsmek dileyen hükümdardan köse bucak kaçan, ne onun yanina varmaya yanasan, ne de onu kendi mekânina arzulayan büyük istigna, iç zenginligi, ezeli tokluk ve gönül saltanati. Ne malda gözü var, ne mülke tamah düsürmüs. Gazi Hünkâr: “Sol ınegöl nevahisini al senin olsun” dendiğinde “biz onun ehli degiliz” diyor. Beyin israrlari karsisinda ufku göstererek “Su tepecikten bericigi dervislerin avlucugu olsun” diyor. Sirtladigi fidani hünkarin bahçesine dikmekle de, Allah`in, mülk ve mali kendilerine ismarladigi han ve hükümdarlara yardimci ve destek oldugunu açiklamak istiyor.

Âsikpasazâde sözlerine devamla söyle der: “Orhan Gazi o dervisin üzerine kubbe yapti. Yaninda tekye yapti. Bir de Cuma mescidi yapti. Simdiki vakitte onarilip bes vakitte padisahin ruhuna dua ederler. O zâviyeye “Geyikli Baba Tekkesi” derler.”

Devletin kurulus hamurunda mayasi bulunan tasavvuf erbabi ile Orhan Gazi`nin ilgi ve münasebetlerini anlatan Hammer, Orhan`in bu konuda babasini örnek aldigini söyleyerek su sekilde fikrini beyan eder:

Orhan, Dervis Turud ile Kumral Abdal için tekke insa eden babasina uyarak Geyikli Baba`ya uygun bir zâviye yapı ettirdi. Pek çok ziyaretçisi bulunan bu zâviye, Uludag`in eteginde ve sehrin dogu taraflarinda idi. adi geçen dagin yüksek bir yerinde ve Gökpinari denilen yerde Doglu Baba`nin türbesi bulunmakta. Sehrin kapilarinda ve Uludag`in zirvesinden dogan Alisir ırmagi kenarinda Horasan`da dogmus olan Dervis Abdal Murad`in tekkesi, batida ve Kaplica yakininda Abdal Musa`nin tekke ve mezari bulunmaktadir. Bu iki baba, Bursa muharebesinde iki Abdal yada iki aziz kisi ile Sultan Orhan`a refakat ederek, gerek dualari gerekse kerametleri ile neticenin kisa zamanda alinmasina vesile olmuslardir. Bursa fatihi (Orhan Gazi), bu insanlarin civarlarinda medfun bulunduklari birçok zâviyenin insasiyle onlara karsi minnettarligini ebedîlestirmistir.

Bu iki muttaki zatin (Geyikli ve Doglu Baba) isimleri, onlarin tabiat ve ahlâklarini çok aşırı güzel açıklama etmektedir. Bunlardan ilki geyiklerle birlikte yasadigi, digerinin de sadece yogurt yiyerek hayatini sürdürdügünü göstermektedir.

Rivayete göre Geyikli Baba muhasara ordusunun önünde elinde altmis okkalik bir kiliçla bir ceylana binmis şekilde harb etmistir. Abdal Murad`in, dört arsin uzunlugundaki agaç kilicindan baska bir silahi olmadigi halde hayrete deger yigitlikler gösterdigi de söylenir. Abdal Musa da pamuk ile ates toplamistir.

Geyikli Baba Hoy`da dogmus, Osman zamaninda kerameti ile söhret bulmustu. Bu zat, daima tasavvufu vecd içinde yasar ve Uludag`da ormanlar arasinda geyiklerle birlikte günlerini geçirirmis. Orhan çagirmadikça oradan inmezmis.

Rivayete göre yine bir gün geyige binmis ve omuzunda bir çinar dali bulundugu durumda sultanin sarayina gelir. Devletin bahtliligina bir isaret ve belirti olmak üzere fidani bahçeye diker. Osmanli Devleti`nin, bu agaç bunun gibi kök salarak dallarini uzaklara ulastiracagini ve göklere kadar yükselecegini söyler. Bu ve bunun gibi rivayetler, toplumun maserî vicdaninda bir karsilik (makes)bulmus olacak ki, sosyal bir vak`a olarak günümüze kadar uzantisi devam etmektedir.

ANKARA`NıN ZAPTı

Osmanlilar, Anadolu`da bulunan devlet ve beyliklerin topraklarini zapt edip anlari hakimiyetleri altina almak yerine bati ve hatta Trakya`da bulunan yerleri feth etmeyi yegliyorlardi. çünkü Anadolu`daki beylikler de kendileri gibi Müsluman ve Türk unsurlardan meydana geliyordu. Bu bakimdan kendileri ile hasmane hareketlerde bulunmayan bu beyliklerin topraklarina karsi tamahkârlikta bulunup hiç bir sebep yokken onlari ele geçirdikleri söylenemez.

Kurulus dönemindeki mütevazi imkânlarina ragmen, ıslâmetrei Anadolu`nun batisindaki topraklara tasimayi hedefleyen Osmanlilar, bu gayelerini gerçeklestirmek ve daha çok müslüman nüfustan istifade için süre süre komsu Müslüman beyliklere de müdahalede bulunmuslardi. Bu sayede ıstanbul ve çanakkale bogazlarinin batisinda bulunan bölgelere de ıslâmt.in sesini ulastirabileceklerdi. Bunun için de Rumeli`nin fethedilmesi ve Müslümanlarin eline geçmesi gerekiyordu. fakat bu da büyük bir nüfus ve insan gücüne sahip olmaya bagliydi. Bu sebeple Müslüman Türk nüfusu çogaltmak gerekiyordu. Bu düsüncede bulunan devlet ve idare adamlari, Bolu taraflarindan baska Ankara cihetine dogru da genislemek ve buradaki Türk nüfusundan istifade etmek gerektigine kanaat getirdiler. öyle anlasiliyor ki Orhan Bey, Germiyan ve Karamanlilar`dan toprak kazanmayi düsünmüyordu. Zira kuvvetli ve kuvvetli olan bu iki Müslüman Türk Beyligi ile, ne kadar sürecegi süpheli olan bir maceraya girismek, Osman Gazi ile oglu Orhan`in takip ettikleri politikaya tamamen aykiri idi. halbuki Bizans ve Müslüman olmayan diger devletlere karsi elde edilecek muvaffakiyetlerin verecegi san ve seref Osmanlilari o kadar yükseltecekti ki, süre içinde Germiyan, Karaman ve diger beylikler herhangi bir çatismaya mahal kalmadan Osmanlilarin idaresini kabul edebilecek bir hale geleceklerdi. Osman Bey, oglu ve torununun bu politikasi ile dinî ve siyasî anlayisi, onlarin bütün davranislarinda kendini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Bu sebeple, Türk devletleri ile harbe girisip kuvvetlerini yipratmak Osmanlilarin aklindan bile geçmiyordu. Zira bu yol, onlari ileriye degil, geriye sürüklerdi. öztuna`nin dedigi benzeri “Rumeli maddî, fakat Anadolu mt.�nevî güçle feth olunacakti.”

Osmanlilarin, komsu ve kardes beyliklerle herhangi bir çatismaya girismeksizin gereksinim duyduklari Türk nüfusunu çogaltmak, bir bakima Aricara`nin ele geçirilmesi ile mümkündü. O devirde Ankara Ahi`lerce yönetim edilen müstakil bir sehir devleti idi. Karamanogullari`nin Ankara üzerinde birtakim emelleri varsa da fiilen onlarin topragi ve sinirlari arasında bulunmadigi için bu sebepten dolayı Osmanlilarla harb etmeyi göze alamazlardi.

Anadolu`nun mühim merkezlerinden bir tanesi olan Ankara, merkezi Sivas olmak üzere kurulmus bulunan Eretna Beyligi (1335-1381)`nin idaresi altinda bulunmaktadır ve bu beyligin en bati ucunda yer almakta idi. Eretna Beyi Alaeddin`in vefati üzerine yerine geçen ogullari zamanindaki karisiklik, Ankara`yi bir müddet Karamanogullari`na daha sonra da müstakil bir idarenin, Ahilerin eline geçmesine neden oldu. Bu karisikliklardan istifadeyi düsünen Orhan Bey, oglu Süleyman Pasa komutasinda gönderdigi bir ordu ile Ankara`yi zapt ederek (1354) Osmanli ülkesine tren. Böylece Osmanlilarin dogu hududunda bulunan güçlü bir nokta elde edilmis oldu. Ankara`nin Osmanlilar`a ilhaki önemli bir hadisedir. Bu hadise (Ankara`nin ilhaki), Osmanlilari Sakarya ile Kizilirmak arasindaki topraklara hakim kilmistir. Kizilirmak çevresinin bütünüyle fethi de bir mt.�nâda Anadolu hâkimiyeti demekti. Ankara 1361-1362 arasinda 1 yil kadar Osmanlilarin elinden çikmissa da, 1362`de Sultan Murad tarafindan etrafı ile beraber yine Osmanlilara kazandirilmisti.

RUMELıYE GEçıS

Bilindigi bunun gibi Asya, eskiden bu güne isimlendirilen ve insanlik tarihinin besigi şekilde kabul edilen bir kitadir. Bu bakimdan gerek Türk, gerek Avrupali ve gerekse diger bir çok fazla milletin ilk yurdudur.

Kavimler göçü sonunda insanlar, farkli bölgelere dagilarak hayatlarini sürdürdüler. Bu siralarda bazi Türk kabileleri de Asya`dan Avrupa`ya geçerek göçmen milletler arasindaki yerlerini aldilar. Buna göre Avrupa ve bilhassa Balkan Yarimadasi daha o zamandan bu güne kadar Türklere yabanci olmayan ve onlar tarafindan taninan bir yerdi.

Avrupa`ya geçmis bulunan Türk kavim ve kabileleri, asirlari içine alan uzun bir süre zarfinda surada burada vakit geçirmis olduklarindan tarih sahnesinde pek gözükmeye imkân bulamamislardi. Bunlar, lakin Bulgar, Macar, Sirp, Ulah ve diger kavimlerin, Bizans ımparatorlugu ile yapilan mücadelelerinden sonra meydana çikmislardi. Osmanlilardan öncelikle Avrupa`ya geçmis bulunan bu kişiler, Türk, Peçenek, Kuman, piyasa, Yürük, Türkmen ve Tatar benzeri isimlerle ortaya çikmislardi. Bunlar, bazan Bulgar, bazen Macar, kimi da Ulah bunun gibi kavimlerle birleserek Bizans`a karsi mücadeleye giristikleri bu gibi bazen da kendi baslarina ve yalniz şekilde mücadele etmislerdir. Bu Türkler, kendileri ile tesrik-i mesaide bulunduklari milletlerle süre arasında kaynasmis, onlarin kültür degerlerine katkida bulunmus, meydana gelen harplerde büyük kahramanliklar göstermislerdir. bununla beraber süre süre da savaslarda maglub olan bu Türklerden bir kismi yine kendi öz yurtlari olan Asya`ya dönmüs, bir kismi da galip gelen devletlerin içinde ve onlarin dinleri olan Hiristiyanligi kabul ederek hayatlarini devam ettirmislerdir. Bu sebepledir ki, Türkler Rumeli`ye ayak bastiklari süre yer yer Ortaasya göçlerinden artakalmis ve zaman geçtikçe Ortodoks kilisesine baglanmis topluluklarla karsilasmislar. Zira, bilhassa 5. asirdan beri Ortaasyadan bosalircasina akan Türk kavimleri bugünkü Rusya`yi asip Dogu Avrupa`ya, Mora`ya, Adriatik kiyilarina ve Avrupa`nin şimal sahillerine kadar uzanarak süre zaman hakimiyetler kurmus, kismen Cermenler, daha genis ölçüde de Slavlar ile karsilasarak dil ve din degistirmislerdir. özellikle Bizans ımparatorlugunun siyasî hududlari içine yerlesen kavimler, Ortodoks birligine girmis olmakla beraber, bu topluluklardan dillerini, millî ve kavmî özelliklerini muhafaza edenler de yoğun şekilde mühim bir yekûn teskil ediyorlardi. Hatta X. asir Bizans ordulari içinde Slavlar, ıskandinavyalilar, Ruslar, ıberler, Kafkasyalilar, Araplar, Sicilya Normanlari oldugu gibi, Hazarlar, Peçenekler ve Fergana Türkleri bu gibi Türk kavimleri de önemli bir yekûn tutuyorlardi.

Malazgirt zaferi ile Müslüman Türkler lehine neticelenen Selçuklu-Bizans karsilasmasinda, bir ifadeye göre Bizans ordusunda bulunan Uz ve ya Peçenekler kendi dillerini konusan, kendi kanlarini tasiyan irkdaslarina karsi cenk etmeyi kabul etmeyerek atlari ve silahlari ile birlikte Selçuklu ordusuna katilmislardi.

Daha evvela de kismen ilişki edildigi bu gibi asirlar boyu dalgalana dalgalana kabarip tasan Türk seli, ayak bastigi ülkelerin siyasî, ictimaî ve etnik bünyesinde derin iz ve eserler birakmis olmakla beraber, bazen da kendileri bu tesirlerin altinda kalmislardi. Nitekim, Bizans`in dinî temellere dayali şekilde kolonize ettigi diger kavimlerle beraber Türkleri de Ortodoks birligine çektigi anlasilmaktadir. Bu sebepten Bizanslilar, Türkleri de bu kültür ve din kaynasmasiyla kendi millî hüviyetlerinden soyma politikasi güdüyorlardi. öyle ki bazen savaş esiri olan Türk hükümdarlari, ordulariyla birlikte hiristiyanligi kabul ediyor, bazi kabileler de reisleriyle birlikte din degistiriyorlardi. Bizans devlet politikasinin, asilzâdelik ünvanini vermek ve toprak bagislamak benzeri tavizleri, yine Ortodoks cemaatine yeni dindaslar kazandiriyordu. bazan da mecburî göçler yaptirilmak suretiyle Türk kavimleri, Helen harsinin (kültür) kesif oldugu bölgelere sürülüyordu. Böylece onlari kendi kültürleri arasında eritip yoktur etme politikasini güdüyorlardi.

Esasen, asirlardir binlerce kilometreyi asarak Ortaasya`dan gelen çesitli Türk kabileleri, bir yandan Cermen, bir yandan Slav tesiri altinda yerli halkin dillerini, dinlerini, toplum ve site hayatlarini benimseyerek onlarin arasında erimis bulunuyorlardi. Buna paralel olarak Bizans da hududlari arasında iskân edilen ya da görev saha ya da da tutsak edilen zümreleri, Ortodoks birligi ve Helen kültürünün baskisi altinda kavmî ve millî hüviyetlerinden çikarmis bulunuyordu.

Kilise ve misyon teskilâti, Türk kabilelerinin alnindaki tarihî kaseyi örtmek için Bizans`a bir hayli yardimci olmustur. Bizans`in bu neviden faaliyetleri her süre asiri olagelmistir. O kadar ki, Yukari Tuna Steplerinden Kafkaslara ve Habesistan`a kadar tüm cenup ülkeleri halkini, ıncil`e baglamak yolunda muazzam bir teskilât hüküm sürmüstü.

Görüldügü benzeri bir koldan Stepler memleketine, Dogu Avrupa`ya Bizans ve Mora`ya; bir koldan da ıran, Mezopotamya, Suriye ve Arap ülkelerine yayilan Türk kabileleri farkli baskilar altinda eriyip yok olmus bulunuyorlardi. ıste çin, iste Hind, iste ıran, asirlarca topraklarina yürüyen bu dalgalari kendinden seçilmez hâle getirmis, hatta defalarca kurduklari siyasî hâkimiyete ragmen adlari ve sanlari bile silinip gitmistir.

Surasi üzerinde dikkatle durulmasi gereken bir husustur ki, eger arkadan Osmanlilar yetismeselerdi Küçükasya Türklügü de ayni akibete ugrayacakti.

Tarihin, gerçekleri konusan dudagi sahittir ki, süre sisleri arasinda kaybolagelen mazi miraslarini arka alip dört basi mamur bir Türk devleti kurmak ve onu tarihî hassalari ile yasatmak kudretini yalniz Osmanlilar gösterebilmistir.

ıste gene bu Müslüman Osmanli Türklügüdür ki, Rumeliye adim atar atmaz çesitli devletlerin kültür ve diplomasisi tarafindan temsil edilmis bir Ortaasya bakiyesi ile karsi karsiya geldi. Bu topraklarda yerlesmis lakin kültür ve kavmî itiyadlarini kiskanç bir muhafazakârlikla saklamis olan bu Türk topluluklari da hakim millet olarak karsilarina çikan irkdaslarina derhal sarildilar ve onlarin idarelerine girmekte tereddüd etmedikten baska, fütuhat ve yerlesme davalarinda soydaslarina yardimci oldular.

Böylece idarî, askerî, sosyal, dinî ve tekmil tüm müesseseleri ile Rumeli`ye akmaya baslayan Osmanlilar, yalniz kendi soy ve medeniyetleri için yeni bir ülkeye sahip olmakla kalmayacaklardir. Zira asirlardir çesitli kavimlerin bir cenk ve mücadele sahnesi olmus bulunan Balkanlar`da baris ve huzuru iade ederek tarihe karsi serefli bir borcu yerine getirmeye hazirlaniyorlardi.

Gerçekten de Hammer`in tesbitlerine göre Süleyman Pasa`nin Rumeli`ye geçisi, Türkler tarafindan gerçeklestirilen 18. geçis olmaktadir. Bundan öncelikle Türkler su yahut bu sekilde Rumeli`ye ayak basmis ve bölgede çesitli faaliyetlerde bulunmuslardi. fakat bunlar çoğunlukla geçici bir zaman için oldugundan bilhassa Osmanli tarihçileri tarafindan üstünde çok durulmamistir. ama Orhan Gazi`nin oglu Süleyman Pasa`nin geçisi, artik Müslüman Türklerin orayi yurt edinmelerine zemin hazirlamisti. Osmanli tarihçileri, daha önceki geçisler üstünde fazla durmazlar. Zira onlara göre önceki geçisler, devamli bir fetih ve yerlesmeye yetecek kadar bir sebep teskil etmezler. Bu bakimdan bu geçisler, üzerinde fazla durmaya degmez görünmüstür. Bizans tarihçilerinden de sırf Kantakuzen, Süleyman Pasa`nin geçisinden çok teferruata girmeden ve geçisin detaylarina inmeden ana hatlari ile söz eder. Buna karsilik Türk tarihçileri bu geçisi tafsilatli bir sekilde anlatirlar. Böylece, halk arasinda Osman Gazi`nin rüyasinin yavas yavas gerçeklesmek üzere oldugu kanaati da yayginlasmaya baslar.

Bilindigi gibi XıV. asrin baslarindan itibaren samimi içe çökmeye sima tutan Bizans ımparatorlugu`nun topraklarinda, Sirbistan ile Bulgaristan devletlerinin gözü vardi. Bu devletler, imparatorlugun varisleri olmak için bazi etkinlik ve çalismalarda bulunuyorlardi. Bu dönemde, siyasî, ekonomik, sosyal ve hatta dinî buhranlar arasında bulunan Bizans`in çok uzun ömürlü olamayacagi biliniyordu. Bu bakimdan, adi geçen devletin mirasindan Osmanlilar da istifade etmeyi düsünmek durumunda kaldilar.

Bu 3 devlet, gayelerini gerçeklestirmek ve en büyük hisseyi elde etmek için büyük gayretler sarf ediyorlardi. Bu bakimdan Osmanli Beyligi`nin ilk müessisi Osman Bey ve özellikle oglu Orhan, Bizans`in gerek iç, gerekse dis durumunu yakindan takip ediyorlardi. Hatta bu sebepten dolayı olsa gerek ki, ya basta bulunan idarecilere (hükümete) yardim etmek ve ya partilerden birini rakiplerine karsi daha faal bir rol oynamak için desteklemeye çalisiyorlardi. “Osmanlilarin, Bizans Devleti`ni yalnızca Avrupa kitasina sürmüs olmakla iktifa etmeyerek, orada da Osmanli Beyligi`nin kendilerini temine ugrasmalari bunun içindir. ama bu ilk faaliyetlerden her zaman kat`i ve fiili neticeler beklenmeyecegi de muhakkakti. Yani Osmanlilarin baskin yaptiklari veyahut yardim maksadiyla girdikleri bölgeleri istilaya kalkismayarak öncelikle kendilerine zemin hazirlayacaklari gayet tabii idi. Orhan Bey,henüz babasi Osman Bey`e vekâlet ettigi tarihlerden itibaren, Trakya sahillerine birçok çikartmalar yaptirarak bu havalinin vaziyetini iyi bir surette ögrenmisti.”

Gerek Katalanlar, gerekse Latinlerle iyi iliskileri olmayan ve Latinlerin ıstanbul`u alip Bizans ımparatorunu Anadolu`ya atmak için gösterdikleri çabalar yüzünden Bizans ımparatoru, Osmanlilara karsi zaman süre yumusak bir siyaset takib etme ihtiyacini duymustu. Hatta bu ihtiyaç, onun Osmanlilar`dan yardim istemesine kadar variyordu. Bizans ımparatoru Kantakuzenos`un sik sik Osmanlilarin yardimina ihtiyaç duymasi, gelecekteki bu tür seferler için Bolayir yakinindaki çimbi (çimpe)`yi askerî bir üs şekilde Osmanlilara vermesine neden oldu. Bu konu ile ilgili kaynaklar su ayrıntıları vermektedir:

Damadi Orhan Bey`in verdigi kuvvetler ile, sikisik bir durumdan kurtulmaya muvaffak olan Kantakuzenos, süre zaman da Papaya müracaat edip Haçli seferlerinin düzen edilmesini isterken, basi sikistikça da Orhan Bey`e bas vurmaktan arka kalmiyordu. Nitekim 1349`da Sirbistan krali Stefan Dusan, Selanik sehrini zapt etmek üzere iken Kantakuzenos`un Orhan Bey`e müracaat ile temin ettigi ve Orhan Bey`in oglu Süleyman Pasa yönetim ve komutasinda bulunan 20.000 kisilik Osmanli kuvveti, onun lehine olmak üzere vaziyeti kurtarmisti. Bu sirada Bizans donanmasi ile birlikte bir tutar Osmanli deniz kuvvetlerinin de harekata istirak ettigi görülmekte. Bu hadiseden kisa bir müddet sonra Kantakuzenos ile imparatorluk ortagi olan V. ıoannes arasinda mücadele alevlendigi süre Orhan Bey, Cenevizliler ile beraber yine Kantakuzenos tarafini tutmus ve yardimci kuvvetlerini göndererek bir taraftan Edirne`de kusatma altinda bulunan Kantakuzenos`un oglu Mateos`u kurtarmis, öbür taraftan da 10.000 kisilik bir kuvvetle Dimetoka`da Sirp ve Bulgarlara karsi önemli bir galibiyet elde etmisti. 1352 yilinda meydana gelen bu hadisede Osmanli kuvvetlerine Süleyman Pasa komuta ediyordu. Süleyman Pasa, bu vazifesini basari ile yapip Anadolu`ya dönerken, bir tutar askerini de Kantakuzenos`un bu yardima karsilik olarak Gelibolu yarimadasinda vermis oldugu çimbi kalesinde birakmisti.

Böylece Osmanlilar, Bizans`taki taht ve saltanat mücadelesine 1345`cilt itibaren karismis, ama buna karsilik hem ileride kendi hesaplarina yapacaklari Rumeli fütuhati için deneme kazanmis, hem de Rumeli yakasinda yerleserek bir hareket üssüne sahip olmus bulunuyorlardi.

Gerçekten, Orhan Bey saltanatinin üçüncü ve son devresi, 1353`cilt itibaren Rumeli`ye yerlesmek seklinde basladi. Bu yerlesme ve fütuhat, Kantakuzenos ile de mühim anlasmazliklarin meydana gelmesine yol açti. Zira Kantakuzenos, Osmanlilarin Avrupa mintikasina yerlesmelerinin kendileri için ne kadar tehlikeli oldugunu anlamisti. 1354`te Orhan Bey kuvvetlerinin Bolayir ve Tekirdagi`na kadar tüm Marmara kiyilarina sahip olduklarini gördükten sonra buna engel olmayi düsünmüstü. Bu sebeple Orhan Gazi`ye haber gönderip 10.000 altin karsiliginda çimbi`yi satin almak istedigini bu arada Türk kuvvetlerinin Gelibolu`yu terk ve tahliye etmelerini, ızmit`te kendisi ile görüsmek arzu ettigini bildirdi. Buna karsilik Orhan Gazi, imparatorun kendisine yardim karsiligi verdigi çimbi`yi öneri geregince terk edebilecegini, lakin Gelibolu`yu bizzat kendi kuvvetlerinin zapt etmis olmasindan dolayi iade edemiyecegini ve hastaligi itibarı ile de kendisi ile görüsemeyecegini bildirdi. Gerçekten Kantakuzenos ızmit`e kadar gelmis olmasina ragmen Orhan Bey ile görüsemeden ıstanbul`a döndü. Kantakuzenos bu durumda Sirp ve Bulgarlarla birlikte olup Balkanlarin Osmanlilara karsi muhafaza ve müdafaa edilmesi hususunda basarisiz bir tesebbüste bulundu. Kantakuzenos, bundan kisa bir müddet sonra Bozcaada`daki hapishaneden, Venediklilerin yardimi ile kurtulup gelen rakibi ıoannes`e saltanati birakmak durumunda kaldi. Bundan sonra bir manastira çekilen Kontakuzenos damadi Orhan Bey ile olan tüm münasebetlerini kesti.

Gelibolu yarimadasinin Osmanlilar tarafindan feth edilmesi, Bizans`i alt üst etmisti. Kantakuzenos buna sebebiyet vermekle itham edilmis, bu nedenden dolayı imparatorluk tahtindan da feragat edip bir manastira çekilmek mecburiyetinde kalmisti.

Böylece, Osman Gazi`nin, oglu Orhan tarafindan titizlikle takip edilen dahiyane projesi, gerçeklesmis oluyordu. Artik, Ege ile Karadeniz`e hakim olan Marmara`nin bir iç deniz durumuna getirilmesi an meselesiydi.

Süleyman Pasa, 1354`cilt itibaren Rumeli`de (Gelibolu) kendisi için yaptirdigi sarayda oturmaya basladi. Orhan Bey, ogluna büyük bir selahiyet ve yetki vermisti. Bu arada Orhan Bey`in ikinci oglu ve Süleyman Pasa`niri ana baba bir kardesi Murad Bey, Haci ılbeyi, Lala Sahin pasa, Evrenos Gazi, Gazi Fazil ve Ece Yakub Bey bunun gibi degerli komutanlar, Süleyman Pasa`nin kurmay heyetini teskil ediyorlardi.

1358 ya da 1359 yilinda bir avi takib ederken atindan düsüp kaza neticesi vefat eden Süleyman Pasa, o siralarda 43 yaslarinda bulunuyordu. Süleyman Pasa`nin vefati üzerine o siralarda 33 yasinda bulunan kardesi Murad Bey, onun yerine tayin edildi. Böylece Murat Bey veliahd da olmus oluyordu.

Gazi Siileyman Pasa`nin vefati üzerine Rumeli`deki fütuhat harekatinda bir duraklama görüldüyse de bu hal Lala Sahin Pasa, Haci ılbeyi ve Evrenos Bey gibi dirayetli emirler tarafindan büyük bir çözülmeye neden olmaksızın ber yan edildi.

Süleyman Pasa, feth ettigi yerlerde yerli halka çok iyi davraniyordu. Onlara, Bizans idaresinden çok fazla daha iyi imkânlar hazirliyordu. Böylece halefi olan ve daha sonra Sultan ı. Murad adini alacak o büyük hükümdara fütuhatinin yollarini çizmis oluyordu. Süleyman Pasa, feth ettigi Bolayir`daki türbesine defn edildi. Kendisinden asirlarca sonra ati ve gerçekten büyük bir hükümdar olan Sultan ıı. Abdülhamid, bu mezari tekrardan yaptirmistir.

Süleyman Pasa`nin, Melik Nasir, ısmail ve ıshak adinda 3 oglu ile iki kizinin bulundugu belirtilmektedir. Ogullarindan Melik Nasir denizde bogulmustur ki bu hadise Süleyman Pasa`nin sagliginda olmalidir.

Büyük oglunun ölümü haberiyle son derece sarsilan Orhan Bey, Bolayir`a gelip oglunun kabrini ziyaret eder. Fütuhati, veliaht olan oglu Murad Bey`e emanet ettikten sonra Bursa`ya döner.

Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki misli büyüterek, teskilatli bir devlet biçimine getiren Orhan Gazi, Mart 1362`de vefat etti. Onun vefati esnasinda oglu Murad, Rumeli`de devletin temel kuvvetlerinin basinda bulunuyordu. Trakya fetihleri ile büyük ve hakli bir şöhret kazandigindan baska, Bizans`a karsi yapilan savas ve fütuhat politikasini temsil ettiginden, o dönem devlet islerinde büyük bir nüfuzu bulunan ahiler ile gazilerin destegini alarak babasinin yerine tahta geçti.

Osmanlilarin, Gelibolu`ya yerlesmeleri, Avrupa`nin dikkatini çekmisti. Bu devinim, Müslüman bir toplumun kendi kitalarinda yerlesmesi tehlikesini gündeme getirmisse de Balkan devletlerinin birbirleri ile ugrasmalari yüzünden o taraflarda bulunan Türkler için bir tehlike arz etmiyordu. Bu bakimdan Osmanlilarin Balkan yarim adasina yayilma düsüncesi, esas politikayi teskil ediyordu. ayrıca Sirp, Bulgar, Macar, Bizans ve Venediklilerin birlikte müdahale etmeleri ihtimali göz önünde bulundurularak derhal köklü bir yerlesme siyasetinin tatbikine baslandi. Bu gayenin gerçeklesmesi için Anadolu`daki Osmanli arazisinden (Yani Karesi taraflarindan) bir kisim yörükleri nakl edip yerlestirdiler. Bu konu hakkında Asikpasazâde, Süleyman Pasa`nin, babasi Orhan`dan oraya yerlestirilmek üzere nüfus nakline dair olan ümidi hakkinda su bilgileri verir.

“Atasi Orhan Gazi`ye haber gönderdi kim devletlu himmetinle Rum eli feth olunmaga sebep olundu. Kâfirler gayet zebundur. ımdi söyle malum ola kim bu taraftan feth olan hisarlara ve vilayetlere ehl-i ıslâm.dan çok fazla âdem gerektir. Bu feth olunan hisarlar içine koymaya ve hem yarar gaziler gönderin. Orhan Gazi bile kabul etti. Vilayetine göçer Kara Arap evleri gelmisti. Onlari Rum eline geçirdi. Bir nice zaman Gelibolu nevahisinde sakin oldular.” Orhan Gazi bununla da yetinmeyerek, feth edilen bu yerlerdeki insanlardan askerî sinifa mensub olanlari da Anadolu`ya naklettirmisti. Nitekim kaynagimiz bu konuya temasla söyle der:

Rumeli`ye yerlestirilen bu yörüklere karsilik elde edilen alanın askerî sinifina mensub Rumlarini da ileride başkaldırı çikarabilir endisesiyle Balikesir ve havalisine nakl ettiler.

Anlasilan o ki Osmanlilar, Rumeli`ye geçtikten sonra sadece askerî tedbirlerle buralarda kalamayacaklarini biliyorlardi. Bunun için köklü bazi tedbirlere bas vurmak gerekiyordu. Bu tedbirlerin basinda, yabanci unsurlarin bulundugu yerlerde o bölgenin siyasî ve askerî emniyetini saglamak ve bos bulunan sahalari iskâna açmak için Anadolu`dan Rumeli`ye Müslüman Türk unsurunun geçirilmesi geliyordu.

Biraz öncelikle de temas edildigi bu gibi bu sebeple Balikesir bölgesinde yasayan Türk asiretlerinden bir küme 1357 tarihinde Rumeli`ye geçirildi. Bu küme evvela Gelibolu bölgesine, sonra da Hayrabolu`ya yerlestirildi. ılk grubun geçmesinden sonra akillica yapilan propagandalar, Anadolu`dan pe çok ailenin Rumeli`ye geçmesini sagladi. Bunlarin büyük bir kismi, verimli topraklara yerlesip ziraatla mesgul olmaya basladi. Bir kismi ise Gelibolu`nun şimal bati taraflarina giderek begendikleri yerlere yerlestiler. Bunlar, gerektigi zaman toplu olarak akinlara dahi katildilar.

Osmanli kaynaklan, büyük ölçüde birbirlerinden nakiller yapmak şekli ile Süleyman Pasa`nin, çimbi kalesinin karsisinda ve Anadolu sahillerinde bulunan Viranca Hisar`dan Rumeli sahiline nasil adam geçirdiklerini ve o sahillerde nasil faaliyetlerde bulunduklarini detayli bir sekilde anlatirlar. Asikpasazâde`nin verdigi bilgi, tarihî bir malumat olarak bu konuda su ifadelere yer vermektedir:

“Bir gün memleketi gezerken Aydincik`a geldi. Temasa etmeye basladi. Bir acayip yapılar gördü. Biraz durdu. Hiç kimseye söylemedi. Ece Beg derler bir aziz er vardi. Hayli bahadir şekilde anilirdi. Süleyman Pasa`ya:

“Han`im düsünceye daldin” dedi. Süleyman Pasa: “Bu denizi geçmeyi düsünüyorum, öyle geçsem ki kâfirin haberi olmaya” dedi. Ece Beg ve Gazi Fazil: “Biz ikimiz geçelim, Han`im görsün” dediler. Süleyman Pasa: “Nereden geçersiniz” dedi. Dedtier ki “Han`im! Burada bir yer var ki yakindir. Geçecek yerlerdir.” Gittiler. O yere vardilar ki orasi Görece`den asagi deniz kenarinda Viranca Hisar`dir.

çimbi`nin karsisinda Ece Beg ile Gazi Fazil çabucak bir sal yaptilar. Bindiler, çimbi Hisari`nin civarina çiktilar. Baglarinin arasinda bir kâfir ele girdi. Getirdiler, sala koydular. derhal Süleyman Pasa`ya getirdiler.

Süleyman Pasa bu kâfire bir kaftan giydirdi. Basina bir sapka verdi. Beline bir kusak ayagina da ayakkabi verdi. Kâfiri donatti. Kâfire dedi ki:

“Sizin hisarinizda yer var midir ki, kâfirler duymadan içeri girelim. Kimse bizi görmesin?” Kâfir “Ben sizi söyle ileteyim ki kimse görmeden sizi hisara koyayim” dedi. çabuk birkaç sal daha yaptilar. Süleyman Paça yetmis-seksen yarar er aldi. Geceleyin geçtiler. Bu kâfir, dogru çimbi Hisari`nin bir ters dökecek noktayı vardi. Bu müslümanlari oraya götürdü. hemen oradan hisara girdiler. Kâfirlerin de çogu disarda baglarinda ve harmanlarindaydi. Zira o vakit, harman vakti idi. Elhasil hisari aldilar. Kâfirlerini incitmediler. Belki kâfirlere dahi ihsanlar ettiler. ıçinden bir kaç taninmis kâfiri tuttular. Bu hisarin limaninda gemiler vardi. O gemilere koydular. Karsida oturan askere gönderdiler. Velhasil o gün ikiyüz adam geçirdiler.

Ece Beg, hisarin atlarina bindi. Bolayir yaninda Akça Liman derler bir liman vardi, oradaki gemileri yakti. Oradan sürdü gene hisarina geldi. Bu hisarin (çimbi) limaninda olan gemileri sakladilar. Durmadilar, adam geçirdiler. Elhasili askerlerin çogunu yanlarina getirdiler. Bu kâfirlerden hiç kimseyi incitmediler, gönüllerini aldilar. Onlar da çıkarlarını güvenlik içinde buldular. Kadinlarini da çıkarlarını de hos tuttular. Kâfirlerin gemicilerini gemilere koydular. Kendileri baslarinda durdular. Daha hayli adam geçirdiler. Bir iki gün içinde iki bin er geçirdiler. Bu kâfirler (çimbi kâfirleri) gaziler ile ittifak ettiler.

Yürüdüler. Bir gece Ayaslonca (Ayasilonya) derler bir hisar vardi, onu dahi aldilar. Ehl-i ıslâmt.elinde hisar iki oldu. Bunun halkinin dahi gönlünü hos tuttular. Bu iki hisari saglamlastirdilar. Hayli adamlar da Aydincik`şafak gemi ile geldiler. Süleyman Pasa “Bu hisarlardan sipahi olan kâfirleri çikarin. Evleri ile Karesi iline iletin ki, bunlardan sonunda bize bir kötülük gelmeye” dedi. öyle yaptilar.

Bir iki ay bu hisarlari iyice saglamlastirdalar. Durmadilar. Her yerden istegi olani getirdiler.

Birgün, Gelibolu`nun kâfirleri bunlarin üzerine gelmek için toplandi. Bunlar da hemen karsiladilar. Savas oldu, kâfirleri kirdilar. Hisarin kapisini yaptirdilar. Yakub Ece`ye ve Gazi Fazil`a yoldaslar verdiler. Bunlari Gelibolu`ya havale ettiler. Gece, gündüz bunlar Gelibolu kâfirlerine huzur vermez oldular. ıskelesine bile gemi birakmaz oldular ki çika. Bu iki gaziye hayli fayda gaziler verdiler. Onlari Gelibolu ucuna koydular. Bolayir`da oturdular.”

Bu tarihî metinden anlasildigina göre Osmanli, daha o zamanlarda dahi müslüman olmayan ve hatta kendileri ile mücadele eden bu insanlara karsi gerçek bir hosgörü ile muamele etmisti. Osmanlilarin, devinim ve davranislarindaki basarinin sirrini bu anlayista aramak gerekir.

EDıRNE`NıN FETHı

Osmanli fethinden önce küçük bir sehir olan ve günümüzde “Kaleiçi” denilen sinirla çevrili bölgeden ibaret olan Edirne, Balkanlara geçip orada tutunmak ve hakimiyet kurmak için stratejik önemi haiz olan bir sehirdi. Bizans ımparatorlugu`na bagli idi.

Süleyman Pasa`dan sonra Rumeli`nin ikinci fatihi diyebilecegimiz Sultan ı. Murad, bu sehrin askerî önemini anlamisti. Bunun için de Edirne`yi feth etmeyi kendisine hedef olarak seçmisti. Ankara`nin tekrar alinmasindan sonra artik sira Edirne`ye geliyordu.

Kaynaklardan büyük bir kisminin, Sultan Murad`in, babasini müteakip Osmanli tahtina geçmesinden sonra feth edildigini bildirdigi Edirne`nin zapti, Osmanlilarin Avrupa`ya kesin bir sekilde yerlesmeye çalistiklarinin isareti idi.

Sultan Murad, Ankara`dan döndükten sonra Trakya`ya geçip faaliyetlere baslar. Gerçi Osmanlilar, ımparator Kantakuzenos`a defalarca yardima geldikleri zaman, gerek Edirne`nin, gerekse tüm bir bölgenin ehemmiyetini anladiklari gibi ulasim ve stratejisini de anlamislardi. Bundan dolayi Edirne`nin gerisini emniyet altinda bulundurmak ve ıstanbul tarafindan gelebilecek bir Bizans taarruzuna engel olmak için Tzurulon denilen ve daha önce alinip sonradan elden çikmis bulunan çorlu`nun alinmasi gerekiyordu. Buraya hücum eden Osmanli birlikleri, kisa zamanda burayi tekrar alip surlarini yiktilar. Buradan piskoposluk merkezi olan ve Arkadiopolis denilen Lüleburgaz`a geçtiler. Burayi da kisa bir zamanda elde eden Osmanlilar, buranin surlarini da yiktilar. Lüleburgaz`in zaptindan derhal sonra Anadolu`dan göçmenler nakl edilerek buraya yerlestirildi. Bu, Büyük Selçuklularin Anadolu`daki yerlesme siyasetlerinin bir benzeri idi. Böylece Osmanlilar`in Trakya`yi da ıslâmlastirmaya yönelik gerçek maksatlari ortaya çikmis oluyordu.

Bizans tarihinden bahs eden Dukas, Sultan Murad`in Trakya`daki faaliyetlerinden bahs ederken söyle der:

“Ayni sene zarfinda, Türk basbugu Orhan bile vefat ederek, beyligini oglu Murad`a terk eyledi. Murad Bey, Trakya sehirlerinden birçoklarini hükmü altina aldiktan sonra, Edirne`yi muhasara etti. Selanik`cilt baska bütün Tesalya kitasini zapt etti. Bu suretle Murad, Bizanslilara ait tekmil yerleri ele geçirdikten sonra Trivalya (Tuna nehri ile Bati Trakya arasinda kalan bölge)`ya geldi.

Görüldügü bu gibi Sultan Murad, Edirne yolu üzerinde bulunan ve daha öncelikle düsman eline geçmis olan çorlu ile Lüleburgazi aldiktan sonra Edirne üzerine yürüyüp orayi feth etti. Bu arada Bizans`in daha öncelikle geri almis oldugu Malkara, Kesan ve ıpsala, Gazi Evrenos Bey tarafindan tekrar zapt edilip Osmanli idaresine katildi. Haci ılbeyi ise Enez Körfezi üstünde ve Meriç`in batisinda bulunan Dedeagaci (Megri-Makri) kasaba ve limanini aldi. Buradan da Kuzeye dogru Meriç`i takib etmek suretiyle Didimatihon denilen Dimetoka`yi zapt etmisti.

Evrenos ve Haci ılbeyi, yukarida belirtilen bölgeleri elde ettikleri sirada tüm komutanlarin davetiyle Lüleburgaz mevkiinde toplanan bir harp meclisinde, verilen karar üzerine beylerbeyi Lala Sahin Pasa büyük bir kuvvetle Edirne üzerine sevk edildi. Bulgarlarin, Rumlara yardim etmeleri ihtimaline karsi sag koldan Karadeniz sahiline dogru ilerleyen bir kisim kuvvetler, Kirklareli`ni isgal; Serez ve Drama taraflarinda bulunan Sirplarin da müdahale edebilecekleri düsünülerek sol kola memur edilmis olan Evrenos kuvvetleri de Dimetoka`nin batisina dogru sevkedilerek savunma tertibati alindi. Nihayet Babaeski ile Pinarhisar arasinda Sazlidere mevkiine kadar gelmis olan Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapilan kesin bir meydan muharebesi sonunda düsman bozuldu. Bunun sonucunda da Edirne zapt edildi (764 H. / 1363 M.). Edirne`de bulunan Rum komutan ise Meriç nehrinin kabarmasindan istifade ile bir gece, maiyetinin bir kismi ile bir kayiga atlayip Enez`e kadar inerek oradan da Sirp ülkesine kaçmaya muvaffak oldu.

Sultan Murad, Edirne vaziyetini yoluna koyduktan sonra Beylerbeyi Lala Sahin Paça`yi burada birakarak kendisi Dimetoka`ya gitti. Bir müddet için orasini kendisine karargah yapti. Orada bir cami ile kendisine bir saray yaptirdi.

Sultan Murad, bununla yetinmeyerek faaliyetlerine devam etti. O, Lala Sahin`i kuzeyde Filibe ve Zagra taraflarina sevk ettigi gibi Evrenos Beyi de Bati Trakya`nin fethine (Gümülcine) memur etti. Lala Sahin Pasa pirinç ziraatiyle meshur olan Filibe (Plovdiv)`i muhasara etti. Bu kusatmaya dayanamayacagini anlayan kale muhafizi teslim şekilde ailesiyle beraber Sirbistan`a gitti. Evrenos Bey de Gümülcine ile o havalide bazi yerleri aldi. Edirne`den sonra Filibe`nin de alinmasiyla Bizans, Bulgar ve Makedonya`daki Sirplarin birbirleri ile olan irtibatlari kesilmis oluyordu. Böylece Bizans, tamamiyla Osmanlilarca çevrilmis bulunuyordu.

Dogu Trakya`da yayilmakta olan Müslüman Türklerin bu yayilmasini önlemek için 1361 Temmuzunda ımparator Besinci ıoannis ile Venedikliler arasinda bir antlasma yapilmissa da bir fayda temin edilemedi. sebebi ise Osmanlilar, mütemadiyen Anadolu`dan göçmen naklederek sahilleri de siki sikiya ellerinde tuttuklarindan ayrica yerli halka karsi çok aşırı merhametli ve âdilane bir yönetim tarzi uyguladiklarindan içerde de herhangi bir başkaldırı hareketine rastlanmiyordu. Bundan dolayi Bizans ile Venedikliler arasindaki ittifaktan bir sonuç elde edilemedi. Bunun üzerine imparator 1364`te Osmanli Devleti ile anlasarak mevcud vaziyeti kabule mecbur olmustu. Böylece Bizanslilar açisindan Osmanlilarin eline geçmis bulunan alanın tekrar alinmasi arzusu de ortadan kalkmisti. çünkü ımparator, Osmanlilarin aldiklari bölgeleri ne kendisinin ne de Sirplarin geri almak için bir tesebbüste bulunmayacaklarini garanti ediyordu.

Edirne ve Dogu Trakya`nin fethi, Osmanlilarin Avrupa`da kati şekilde yerlestiklerini belli eden bir hadisedir. Bu, Anadolu Müslüman Türk tarihi için oldugu kadar Balkanlar ve buna bagli şekilde Avrupa için de bir dönüm noktasi olmustur. Zira Osmanlilar yardımıyla Avrupa, dinî müsamaha, insana saygi ve hukuka riayet gibi kavramlarla karsilasti ki, bunlari daha önce pek bildigi ve uyguladigi söylenemez. Osmanli fütuhatinin manevî sebep ve faktörlerinden bahsedilirken bu konuya daha detayli bir sekilde temas edilecegini belirtmek gerekir.

Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki katı büyüterek teskilatli bir devlet biçimine getiren Orhan Bey, 1362 yilinda vefat etti. Onun vefati esnasinda devletin sinirlari 95.000 km2`ye çikmisti.

ORHAN BEY ve DEVLET TESKıLÂTı

Osmanli Devleti`nin ilk teskilâti Orhan gazi zamaninda kuruldu. Daha öncelikle küçük bir beylik olan devlet, onun zamanindaki fetihlerle gittikçe genisleyip büyümeye basladi. Bu genisleme duraksamadan devam ettigi için yeni müesseseler ile desteklenmesi ve saglam temellere oturtulmasi gerekiyordu. Bu bakimdan bu siyasî varlik ve birlige bir hayatiyet ve devamlilik kazandirmak gerekiyordu ki bu da saglam ve temelli müesseselerin kurulmasi ile mümkündü. Beylik, yavas yavas asiret usûl ve kaidelerinden az da olsa ayrilmak ihtiyacini hissediyordu. nedeniyse o ana kadar, daha öncelikle karsilasmadigi farkli din, kültür, soy ve medeniyetlere sahip insanlari sinirlari arasında barindirmaya baslamisti. Bu da ortaya çikan yeni problemlere karsi zamanin ve sartlarin gerektirdigi çözümleri bulmakla mümkündü. Bu hareket tarzi ,ona çağdaş bir devlet olma anlayisini saglamisti. ıdare sahasinda, adalet, askerlik, vergi bu gibi konularda yeni teskilâtlarin kurulmasi icapediyordu. Bu konularda ulema sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Cendereli Kara Halil Efendi büyük bir gayret ve faaliyet arasında idiler. Bu maksatla Orhan Bey`in tahta geçisinin (cülûs) üçüncü yilinda bir gümüs sikke basildi. Bu parada Osmanlilarin mensub olduklari Kayi boyu damgasi da bulunuyordu.

Bilindigi bu gibi para, ekonomik ve sosyal hayatta ciddi bir rol oynamaktadir. Keza o, bir devletin istiklâl (bagimsizlik) alâmetlerindendir. Osmanlilarin ilk defa kullandigi nakit birimi akça idi. Burada üzerinde durmamiz ve belirtmemiz gereken bir nokta da simdiye kadar ilk Osmanli akçasinin Orhan Bey zamaninda basilmis olmasi konusudur. oysa yeni arastirmalar ilk Osmanli parasinin Osman Gazi döneminde basilmis oldugunu göstermektedir. ayrıca bu paranin nerede ve hangi tarihlerde basildigi belirgin degildir.

Orhan Bey, idareciligi bakimindan tam bir devlet kurucusu idi. bütün tarih ve kaynaklar, onun Osmanli Beyligi`ni hakiki bir devlet biçimine getirdiginde müttefiktirler. Orhan Bey, ilk devlet teskilâtinda Anadolu Selçuklulari ile ılhanlilari misal almis ve buna göre bir hükümet teskilati vücuda getirmisti. Bunun temel temeli ise merkezdeki “Divân” idi. Henüz bey ünvanini tasiyan hükümdar bu divana baskanlik yapmaktaydi. Divâna, hükümet reisi zorunda bulunan ve ilk dönemlerde ilmiye sinifindan gelmesi mutad olan vezirin de icabinda baskanlik ettigi olurdu. Orhan Bey devri ilk vezirinin Ramazan 723 (Eylül 1323) tarihli ve Orhan Bey zevcelerinden Asporça Hatun vakfiyesinden anlasildigina göre Haci Kemaleddin oglu Alaeddin Pasa (öl. 1340) adinda ilmiye sinifindan belki “ahi” ricalinden bir zat oldugu ve bunun isim benzerligi yüzünden Orhan Bey`in küçük kardesi Alaeddin Bey ile karistirildigi görülür. ıkinci veziri Ahi Mahmud oglu Nizameddin Ahmed Pasa idi.

Sehir, kasaba ve kazalarin idaresinde ise, Osman Bey zamanindan itibaren elde edilen yerler, buralari feth eden beylere verilmek şekli ile dogrudan dogruya asiretin ileri gelen ve birer askerî komutani zorunda bulunan kimselerce kullaniliyordu. Baska bir anlatım ile Orhan Bey`in kurdugu bu sistem, Selçuklu divân dairesi ile çevrelerindekinin aynisi idi. mesela Eskisehir, Bilecik, ıznik, Karacahisar, ınönü, ızmit, Yenisehir, Bursa bunun gibi sehirler, hep birer kaza teskil ediyorlardi. Bu nedenden oralarda bir kadi ve subasi bulunuyordu.

Orhan Bey, Osmanli Beyligi`nde muntazam bir devlet teskilati meydana getirdigi sirada bütün timarlilari dikkat çekici birlikler şeklinde bazi kumanda kademelerine bagladi. O dönem Osmanli ordusunun en önemli unsurunu teskil eden bu birlikler, bilhassa asiretlerden, hizmetleri karsiliginda kendilerine timarlar verilmek üzere genelde toplu bir durumda vazifeye alinan sipahilerdi. Bunlarin ileri gelenleri, kendi boy ve oymaklarindan topladiklari adamlari ile beraber, seferde vazife aliyorlardi. Gaza ve fetihten sonra bu gazilere baslangiçta timar (dirlik) verildigi benzeri onlari yönetim edenlere de daha yüksek bir timar tahsis ediliyordu. Tamami atli olan bu timarlar, bir alay haline konularak baslarina en büyük timar sahibi olan kimse alay beyi tayin ediliyordu. Her kazanin timarlilari birer çeribasi idaresinde idiler. Orhan Bey devletinin dayandigi ikinci sinif askerî güç yaya ve müsellem teskilâti idi. Bu askerî teskilâtin ortaya çikmasi zaruret halini almisti. nedeni ise her süre, vaktinde sefere gelemeyen veya uzun zaman devam eden kusatma hizmetlerinde kalamadiklarindan dolayi basarilari mahdud olan asiret sipahilerinin yerine, devamli bir askerî birligin kurulmasi gerekiyordu. lakin bu sayede, Orhan Bey zamaninda, sinirlari bir hayli genisleyen beyligin her tarafina zamaninda ulasilabilecekti.

Osmanli Beyligi`nin ilk mühim fethi olan ve hem yeni hem de güçlü bir siyasî varligi ortaya koyma yolunda belki en ciddi adim, Orhan Bey`in Bursa`yi aldiktan sonra burada kurdugu ve kendisinden sonra gelen haleflerinin de izinde yürüyerek devam ettirdikleri tesislerin, bu sehirde büyük bir Müslüman Türk nüfusunun toplanmasina neden olmasi gerçegi idi. O, isin hemen basinda kilise ve manastirlari cami ve medreseye çevirmek şekli ile ilk ihtiyaçlari karsilamis oluyordu. Burada oldukça çok da vakif tesis etti.

Orhan Gazi, feth ettigi ülkelerde tebeasina karsi adaletle uyguladigi siyasete çok fazla dikkat ediyordu. O, devletin temellerini babasindan tevarüs ettigi adalet anlayisi üzerine kurmustu. Bu sebepledir ki tebeasi arasinda herhangi bir ayirim yapmadan herkese gerektigi sekilde muamelede bulunuyordu. bununla birlikte o, kendi toplumunun faydasina olan her konu hakkında öncülük ediyordu. Bu bakimdan zapt ettigi yerlerdeki kiliseleri mescid ve medreselere çevirmekle yetinmemisti. Vakiflar kurmak şekli ile bu öncülügünü sosyal alanda da göstermisti. Nitekim Bursa`da yoksullar evi yaptirip fakirleri doyurmak için mallar vakfeder. Yoksullar evinde bilgin ve hafizlara da maas baglar. Daha önceki Müslüman devletlerde de varligina sahid oldugumuz imâret müessesesinin Osmanlilar`daki ilk müessesi Orhan Bey`dir. O, ıznik`in Yenisehir kapisinda bir imâret kurar. Bu imâretin seyhligini, dedesi Edebali`nin müridi olan Haci Hasan`a verir. Orhan Gazi bu ilk imâretin açilis merasiminde bizzat kendisi hizmet eder. Fakirlere çorba dagitir, aksam olunca da imâretin kandillerini, gene bizzat kendisi yakar.

Bilindigi bunun gibi toplumun egitim ve kültür hayatinin gelismesinde önemli derecede rolü bulunan müesseselerden birisi de medreselerdir. ıste burada da ilk kez Orhan Gazi`nin faaliyete geçtigini ve ilk Osmanli medresesini 731 (M. 1330) yilinda ıznik`te kurdugunu görüyoruz. yine onun 1335 yilinda Bursa`da kurmus oldugu medrese zaman geçtikçe ıznik medresesini gölgede birakmis ve devrin yüksek öğrenim müessesesi durumuna gelmistir. O, ilim ve ilim adamlarina saygida kusur etmezdi. Onlari takdir etmekte mahirdi. ılk zamanlarinda kendisini ıznik`te ziyaret etmis olan Magribli (Fas) seyyah ıbn Batûta, Orhan Gazi`den sitayiskâr bir sekilde bahs eder. Onun, Türkmen meliklerinin büyügü oldugunu söylemekle kalmaz, onun yaninda gördügü ikramlari ve onun ülkesini nasil dolastigini açik bir sekilde anlatir.

Orhan Bey`in, Süleyman Pasa, Sultan Murad, ıbrahim, Halil ve Kasim adlarinda ogullari olmustu. 1362`de vefat ettigi zaman Murad, ıbrahim ve Halil hayatta idiler. Orhan Bey, Kantakuzenos`un kizi olan esi Theodora`dan dogan oglu Halil`i aşırı seviyordu. ıbrahim`in annesinin ise imparator ııı. Andronikos`un kizi Asporça Hatun oldugu ve Orhan Bey`in bu zevcesinden Fatma adinda bir kizinin da bulundugu sanilmaktadir. Bu sekilde Orhan Bey, hem Kantakuzenos`un kizini almis, hem de Paleolog hanedanina damat olmus demekti. Süleyman Pasa ile Murad Bey ise Yarhisar tekfurunun kizi olan Nilüfer Hatun adindaki ilk zevcesinden idi.

Www.Sevgichat.Com

2 Yorumlar

  1. mustafa akbay

    20 Ocak 2018 at 17:23

    allah onlardan razı olsunnnnn. bizleride yolundan ayırmasın insallah

    Cevapla
  2. mustafa akbay

    20 Ocak 2018 at 17:25

    allah razı olsun

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

sohbet odaları chat odaları mobil odaları sohbet odaları